Merhaba, ben Özgür Adem Işıklı!
1988 yılında İstanbul’da dünyaya geldim. Üniversite hayatım boyunca ve sonrasında Sakarya’da yaşadım, evlendim. Son bir kaç yıldır da eşim ve kedimiz Letafet’le birlikte Kopenhag’da yaşıyoruz. Kod yazarak hayatını kazanmaya çalışan bir bilgisayar programcısıyım.
Çocukluk günlerimden beri hayalci bir insanım. Kendi içimde yaşadığım bir dünyam var. Dünyayı zaman zaman kendi anlamıma yorduğum da oluyor. Yine de bu hayalcilik ve yaşadığım çevreyle uyum içinde olamamak, hayatta hissetmemi sağlıyor. Kendimi, düşünceleri ve genel kabulleri zorlamayı seviyorum.
Belki de bu nedenle gençlik yıllarımdan beri rock/metal müzik dinliyorum. Ciddi bir süre boyunca Sakarya Üniversitesi Rock Topluluğu’nda da bulunma şansına sahiptim. Güzel dostlukların yanında, çok iyi konserler organize ederek oldukça ufak bir şehrin kültürel yaşantısına katkıda bulunduk. Bir iki kez sahneye çıkma şansı da elde etmeme rağmen, hiç bir zaman iyi bir müzisyen olamadım.



Rock ‘n roll ile dolu bir geçmişe rağmen vücudumda herhangi bir dövme yok. Saçlarım on yıllardır uzun değil. Dışarıdan metal müzik dinleyicisi olduğum pek anlaşılmıyor. Metal müziğin görsel öğelerinden çok, felsefi öğelerinin daha kıymetli olduğuna inanıyorum.
Düşüncelerimi yazma sebebim
Aslına bakarsanız, bu tarz iddialı bir blog kurmak için gereken niteliklere sahip değilim. Ben, kendi halinde yaşayan bir vatandaşım. Profesyonel olarak bilgi birikimim kod yazmak ile sınırlı. Yine de, geceler boyu beynimi kurcalayan düşünceleri en azından boşluğa haykırabilmek istediğim için bu blogu kurdum. Düşüncelerim sonsuza kadar burada hiç okunmadan durabilir.
Ayrıca, günümüzde internetin görsel içeriklerle zehirlenmesinden de bunaldım. Farklı fikirleri okuyabileceğimiz mecralar günden güne azalıyor. Resim ve videolar günlük hayatımızı ele geçiriyor. Bu blog ile birlikte yel değirmenlerine karşı savaş açıyorum. Yazmak ve okumayı hala değerli bulduğumdan, kendimce internete katkımı sunmak istiyorum.
Ferhan Şensoy bir röportajında, Türk öykücülüğünün büyük üstadı Haldun Taner’den aldığı öğütten bahsediyor;
Aklıma bir şey gelmeyebilir. Gördüğümü yazarım. ‘Altı buçuk vapuru beş dakika geç geçti.’, ‘Martılar uçtu’. Bu yazdıklarının hepsini kullanmak zorunda değilsin. Belki bir gün bir işe yarar, içinden bir paragraf alırsın, ya da atabilirsin. Ama nasıl bir marangoz dükkanını açıp sabahleyin çalışmaya başlıyor, sen de yazar olarak dükkanı açıp çalışacaksın. Her gün yazacaksın.
Her ne kadar bir yazar olmasam da, ben de bu tavsiyeye kulak veriyorum. Hiç bir yeni fikir üretemesem de gördüğümü yazmak istiyorum. Bir derde deva olmasa da, belki birisi içerisinden bir paragraf alır diye yazmak istiyorum. Haldun Taner’in disiplininden çıkan Yalıda Sabah öyküsü, önce Ferhan Şensoy’a, sonra da bana ilham veriyor.
Hepimizin birazcık olsun ilhama ihtiyacı yok mu?
Sevgiler!