Sinemada epik sahne

Bu yazıda Breaking Bad ve Game of Thrones spoilerı vardır.

Breaking Bad‘in dünya tarihindeki en iyi dizilerden biri. Hakkında uzun uzun yazabilirim. Yine de bu yazıda dizinin genel bir incelemesini yapmayacağım. Bunun yerine, son sezonun 15. bölümü olan Granite State‘in final sahnesini ve bana düşündürdüklerini konuşacağım.

Bir sinema eleştirmeni olarak; ben

Siz sormadan ben söyleyeyim; ben bir sinema eleştirmeni değilim. Sinama bilgim kısıtlı. Bu konuda herhangi bir eğitimim yok. Sinefil de değilim. Size Paraguay sinemasından müthiş örnekler bulup getiremem.

Tüm bunlara rağmen, yoğun bir sinema sevgim var. Bu sevgim, özellikle sevdiğim filmleri ya da dizileri tekrar tekrar izlemek konusunda hırçınlaşıyor. En az on defa Lost‘u bitirmiş bir sinema sever olarak, bu yazıyı yazma cüretini kendimde buluyorum.

Tekrar tekrar aynı film ve dizleri izlemekten aldığım keyif beni düşünmeye sevk etti. Vardığım noktada, bazı film ya da dizilerin beni kendisine hayran bırakan yanları olduğunu fark ettim. Tahmin edeceğiniz üzere bunlar subjektif etkiler. Yine de hepsini ayırt etmeye, anlamaya ve sınıflandırmaya başladım. Sinema üzerine yazdığım bu ilk yazıda da, beni en çok etkileyen “epik sahne” temasını tartışmaya açmak istedim.

Epik sahne ama nasıl?

“Epik” kelimesine çeşitli anlamlar yüklenebilir. Bu nedenle epik sahne dediğimde sizin gözünüzde farklı sahnelerin canlanması olası. Ben epik sahne ile Kingdom of Heaven filminde, King Baldwin ve Selahaddin Eyyubi‘nin ordularının savaş meydanında karşılaştığı bir sahneden bahsetmiyorum [1]. Ya da yüzlerce figüranın yer aldığı devasa sahnelerden de bahsetmiyorum. Şüphesiz, örneğin The Godfather Part II‘de Fanucci‘nin öldürüldüğü sahne de, epik bir sahne olarak kabul edilebilir [2].

Benim epik sahne yorumum, sahnenin büyüklüğünden ziyade karekterin iç dünyasıyla ilintili. İzleyicileri heyecanlandıran ve bir duygudan öbürüne koşturan ana unsurun insan hikayeleri olduğuna inanıyorum. İzleyici kimliğiyle bizler, kendimizi karakterlerle özdeşleştirme eğilimindeyiz. Karakterin yaşadığı olaylar karşısındaki verdiği tepkiyle kendi dünyamız arasında bir bağ kuruyor, böylece karakteri kendimize yakın ya da uzak olarak konumlandırıyoruz.

Hayattaki çerçeveler

Dostlarınızı, iş arkadaşlarınızı, eşinizi ya da ailenizi düşünün. Her bireyin bir karakteri vardır. Bu karakter genelde tahmin edilebilir bir davranıştır. Davranışları en tahmin edilemeyen insanların dahil davranışlarını “Sağı solu belli olmaz!” diyerek tanımlarız. Bir bakıma, öngörülemeyen davranış türü bile, özünde bir davranış kalıbıdır. İnsanlar, olaylar karşısında beklenen bir davranış gösterirler. Bu beklenen davranışların tümü bir çerçeve oluşturur.

Ben iki farklı türde çerçeve içerisinde hareket ettiğimizi düşünüyorum. Birincisi; toplumun şekillendirdiği genel davranış kalıpları. Bu türden çerçeveler toplum tarafından oluşturulan ve genel kabul görmüş çerçevelerdir. Bir cinayetle karşılaşan sıradan bir vatandaşın korkmasını bekleriz. Ancak bir film karakteri bu tarz bir çerçeveyi kırdığında, izleyiciye gösterebilecek bir materyal elde edilmiş oluruz. Walter White karakterinin kanser olduğunu öğrendikten sonra uyuşturucu işine girmek istemesi, bu tarz bir çerçeve kırmaya güzel bir örnektir. Bir kimya öğretmeninin uyuşturucu işine girmesini beklemeyiz. Bu, genel kabul görmüş bir davranış değildir ve seyircinin ilgisini cezbeder. Ancak harika işler için bu tek başına yeterli değildir.

Balon, Bulutlar, Yansıma Fotoğraf ELG21, pixabay

Bireysel çerçeveler

Benim hayranlık duyduğum bireysel çerçevelerdir. Bir film ya da dizi boyunca, senaristler bize bir karakter gösterirler. Bu karakteri izledikçe, karakter ile aramızda bir bağ kurarız. Karşılaştığı olaylar karşısında aldığı tavır ve yaptığı hareketlerle birlikte, karakterin bir sonraki davranışı hakkında bir fikrimiz olur. Karakter böylece tahmin edilebilir bir yapıya bürünür.

Bu türden bir çerçeve, artık genel toplum kabulleriyle ilgili değildir. Walter White karakterinin zalimliğini ve yapabileceklerini kabul ederiz. Bu kabulümüz toplum çerçevesine uymak zorunda değil. Artık ortada toplum çerçevesiyle çelişen bir karakter çerçevesi vardır. Yine de, karakterin davranışları kendi çerçevesi içerisinde sınırlıdır.

Karakter çerçevesinin kırılması; epik sahne

Yazının başında andığım Granite State bölümünde gerçekleşen durum; karakter çerçevesinin kırılmasıdır. Bu kırılma; tüyleri diken diken eden epik bir sahneyle sonuçlanır.

İlgili bölümün final sahnesi öncesinde, Walter White’ın açığa çıktığını ve her yerde aranan bir uyuşturucu baronu olduğunu biliyoruz. Bu nedenle gözlerden uzak bir köşede saklanmak zorundadır. Yüzü herkes tarafından tanındığı için insanlarla temas kuramaz. Bununla birlikte, White’ın kanseri yeniden nüksetmiştir. Senaristler üst üste artık Walter White’ın hiç bir kurtuluşu olmadığına bizi ikna eder. Walter White dağ başında, karlar altındaki bir kulübede ölecektir. Sıkça tekrar edildiği üzere, Walter White’ın asıl amacı öldükten sonra çocuklarına iyi bir finansal kaynak bırakmak olduğundan, son bir kez oğluyla konuşmak için risk alıp kasabadaki bir bara girer ve oğluna telefon açar. Oğlu kendisiyle konuşmak istemez ve bir an önce ölmesini beklediğini söyler. Walter White, hayatının hiç bir anlamı kalmadığına inandığı o anda polisi arar ve kendisini ihbar eder. Bara oturur ve kendisine son bir viski söyler.

İzleyiciler için karakterin çerçevesi ilmek ilmek tasarlanmıştır. Walter White’ın seçenekleri hakkında kesin bir fikrimiz vardır ve söz konusu seçenekler oldukça sınırlıdır. Herhangi bir çıkış yolu olmayan, son derece güçsüz ve yakalanmayı bekleyen bir adam görürüz.

Ancak Walter White barda oturduğu sırada eski ortaklarının röportajına denk gelir. Burada iki şok edici cümle duyar. Birincisi; eski ortağı White’ın şirkete herhangi bir katkısı olmadığıdır. İzleyiciler olarak bizler White’ın milyonlarca dolarlık buluşlara imza attığını biliriz. Walter White sinirlenir ama bu durum davranışlarında bir değişiklik yaratmaz. Sadece üzücü bir durumdur, o kadar.

İkinci gelişme ise; Gretchen‘in Walter White ismiyle bildiği nazik insanın artık olmadığı, ve uzun zaman önce yitip gittiğini söylemesidir. Bu sahneden sonra Walter White’ın öfkesine tanık oluruz. Walter White izleyicilere uzun uzun, öfkeyle bakar.

Sonraki sahnede polislerine bara girerek White’ı aradığını görürürüz. Ancak Walter White çoktan kaçmıştır ve sadece yarım kalmış bir viski bardağı, kanlı bir mendil ve hesap için bıraktığı dolar vardır!

Epik sahnenin hissettirdikleri

Bu sahne kurgulanışı ve sunuluşu itibariyle harikadır. Benim epik sahne tanımıma mükemmel bir örnektir. İzleyiciler, Walter White’ın hareketlerini sınırlayan çerçeveyi çok iyi bilmelerine rağmen o çerçevenin kırıldığını görmüştür. Sahnenin kendisinden öncesindeki kurgusu da çok iyi hazırlandığı için, izleyice müthiş bir duygu yaşatmaktadır.

Peki bu duygunun kaynağı nedir? Bunu öznel olarak cevaplamaya çalışacağım. İzleyicilerin de roman ya da film karakterleri gibi kendi hayatlarında uymak zorunda oldukları çerçeveleri vardır. Bu çerçeveler çoğu zaman bir seçim değil, zarurettir. Hiç kimse yapmak zorunda olduklarından mutlu değildir. Ancak gerçek hayat bir çerçeve içerisinde yaşamayı mecbur kılar. Bu çerçeveyi kırmayı düşündüğümüz anlarda kaygı seviyemiz artar. Bilinmezlik ve stabil olmayan bir durumla karşılaştığımızda, huzurumuz kaçar ve rahatsızlık hissederiz. Ne kadar çerçevemizi kırmak ve kaçmak istesek de, bunu çoğu zaman başaramayız ve aynı döngüde yaşarız.

İşte epik sahnenin izleyici üzerindeki muazzam etkisinin sebebi budur. İzleyici karakterle arasında bağ kurar. Onun çerçevesine, zorunluluklarına ustaca hazırlanan senaryolar tarafından inandırılır. İzleyici, karakterin çerçevesini çok iyi bildiği bir noktaya taşınır. Epik sahne ile çerçeve kırılır. Karakter ve izleyici arasındaki bağdan ötürü, izleyici çerçeve kırıldığında müthiş bir adrenalin patlaması yaşar.

Epik sahnenin gizli tarifi

Son olarak, epik sahneyle alakalı en önemli unsuru detaylandırmak istiyorum. Yukarıda anlattığım tüm etkenleri ustaca kullansanız da, sahneye mutlaka dahil etmeniz gereken bir duygu vardır. Bu duygu olmadan, epik sahne beklenilen etkiyi bırakmaz.

Epik sahneyi en üst noktaya taşıyan detay; karakterin çerçeveyi kırarken yaşanacak olası sonuçları bilmesi, buna rağmen çerçeveyi kırmayı kabul etmesidir. Bu, kadere karşı bir meydan okumadır. Sonuçları kabul ederek, her ne pahasına olursa olsun o çerçeveyi kırma kararlılığıdır. White örneğinde de bu meydan okuma vardır. Walter White televizyon programında duyduklarından sonra, sonuçları ne olursa olsun harekete geçmiştir. İlgili sahnede çocuklarına iyi bir finansal gelecek bırakma planı belirsizleşir. White, kendi çerçevesine sonuçları ne olursa olsun meydan okumaktadır.

Epik sahneye bir başka örnek olarak da, Game of Thrones dizisinden Tyrion’s Breakdown sahnesi üzerine konuşabiliriz.. Bu sahnedeki meydan okuma, içeriği gereğince çok daha belirgindir. Yine ilgili sahnenin öncesinde Tyrion’ın çerçevesi çizilmiş ve izleyiciye olası senaryolar hakkında bilgi verilmiştir. İlgili sahneye geldiğinde ise Tyrion kendi çerçevesine meydan okuyarak şu harika cümleyi önümüze koyar ve bölüm bu şekilde biter;

I demand a trial by combat!

Tyrion Lannister

Dövüşerek yargılanmak isteyen kişi bir cücedir. Ne harika bir meydan okuma!

Son sözler

Bu yazımda kendi perspektifimden epik sahneyi unsurunu anlatmaya çalıştım. Benim için değeri nedir, nasıl kurgulanır, neden izleyicilerde derin izler bırakır gibi soruları yanıtlamayı çabaladım. Unutulmamalıdır ki; burada kullandığım tanımlar ve betimlemeler tamamen subjektiftir. Ben, sinemada neleri sevdiğimi anlamaya ve anlatmaya çalışan basit bir izleyiciyim.

Sinema konusunda yazmak istediğim bir kaç yazı daha var. Şimdilik epik sahne konusunda söyleyeceklerim bu kadar. Bir başka yazıda görüşmek üzere.

Sevgiler.