Bu yazı, Danimarka Anayasası’nı anayasa hukukunda normatif ve metne odaklanan bir bakışla incelemektedir. Yazar bir hukukçu değildir. Metin, akademik bir çalışma iddiası taşımayan, kişisel bir okuma denemesi ve amatör bir anayasa hukuku eleştirisi niteliğindedir. Metnin hazırlanma sürecinde dil ve yapı açısından yapay zekâ destekli araçlardan yararlanılmıştır. Metnin içeriği ve görüşler yazara aittir.
Giriş
Danimarka Anayasası (Danmarks Riges Grundlov), anayasa hukukuna ilişkin karşılaştırmalı çalışmalarda sıklıkla “kısa”, “sade” ve “çerçeve anayasa” olarak nitelenmektedir. Bu anayasanın demokratik bir ülkede uzun yıllardır istikrarlı biçimde uygulanıyor olması, çoğu zaman anayasanın kendisine atfedilen bir başarı olarak sunulmaktadır.
Oysa anayasa hukukunda yapılması gereken, bir anayasanın iyi sonuçlar doğurup doğurmadığını değil, hukuken ne söylediğini ve iktidarı hangi araçlarla sınırladığını incelemektir. Zira anayasa hukuku bir “iyi niyetler hukuku” değil, kötü ihtimallere karşı önleyici normlar sistemidir.
Bu çalışmada Danimarka Anayasası, sosyolojik ve kültürel açıklamalar bilinçli olarak dışarıda bırakılarak, salt normatif açıdan ele alınacaktır.
Temel Varsayımları
Danimarka Anayasası toplam 89 maddeden oluşmaktadır. Metin, ilk bakışta son derece sade ve anlaşılırdır. Ancak anayasal metinlerin değeri uzunluklarıyla değil, normatif yoğunluklarıyla ölçülür.
Bu bakımdan Danimarka Anayasası için şu tespiti yapmak mümkündür; bu anayasa kısa değildir; seyrektir.
Bir anayasa metninde: yetkiler açıkça sayılıyor, ancak bu yetkilerin sınırları belirsiz bırakılıyorsa, yasaklar ve fren mekanizmaları açık biçimde kurulmamışsa, orada anayasal norm değil, anayasal temenni vardır. Danimarka Anayasası’nın büyük bir kısmı, devlet iktidarını tanımlar; fakat onu sıkı biçimde bağlamaz.
Anayasalar, anayasa hukukunun klasik öğretisine göre, iyi niyetli iktidarlar için değil, kötü ihtimallere karşı yazılır. Bir anayasa, “iktidar nasıl davranmalıdır?” sorusuna değil, “iktidar nasıl davranmamalıdır?” sorusuna cevap verir. Danimarka Anayasası ise bu bakımdan istisnai bir örnektir. Zira metin, baştan sona şu varsayım üzerine kuruludur: İktidar, anayasal sınırları zorlamayacaktır. Bu varsayım, bir hukuk normu değil, ahlaki bir beklentidir. Oysa anayasa hukuku, beklentilerle değil, yasaklarla çalışır.
“Sembolik” Güç Sorunu
Danimarka Anayasası’nda Kral’a ilişkin düzenlemeler (§ 2, § 12, § 14, § 18 ve devamı), anayasa literatüründe sıklıkla “sembolik” olarak nitelendirilmektedir. Ancak anayasa hukukunda “sembolik yetki” diye bir kavram yoktur. Bir yetki ya vardır, ya yoktur. Bir yetki anayasa metninde açıkça yazılıysa, hukuken mevcuttur. “Fiilen kullanılmıyor olması”, bu yetkinin anayasal varlığını ortadan kaldırmaz.
Bu çerçevede Danimarka Anayasası’nda: yürütme yetkisinin Krala ait olduğu (§ 3), bakanların Kral tarafından atanıp görevden alındığı (§ 18), kanunların Kral tarafından onaylandığı (§ 22) açıkça yazılıdır. Bu hükümlerin “nasıl olsa teamülen kullanılmadığı” iddiası, anayasa hukukunu sosyolojiye teslim etmek anlamına gelir.
Bir anayasa metni, kötü niyetli bir iktidarın eline geçtiğinde kendi kendini savunabilmelidir. Danimarka Anayasası bu yeteneğe sahip değildir.
Burada şu soru sorulmalıdır: Bir anayasa, kötü niyetli bir aktör tarafından literal olarak uygulanırsa ne olur?
Danimarka Anayasası bu teste tabi tutulduğunda, özellikle monarşi hükümlerinin aşamalı yetki genişlemesine elverişli olduğu görülür. Anayasa, Kralın yetkilerini artıran bir yorumu açıkça yasaklamamaktadır. Bu durum, anayasa hukukunda ciddi bir zaaf olarak değerlendirilmelidir.
Anayasanın Üstünlüğü
Danimarka’da Anayasa Mahkemesi yoktur. Soyut norm denetimi mekanizması bulunmamaktadır. Folketing tarafından çıkarılan bir kanunun anayasal denetimi, ancak somut uyuşmazlık yoluyla ve sıradan mahkemeler tarafından yapılabilmektedir.
Bu durumda şu soru kaçınılmazdır: Anayasaya aykırı bir kanunu kim, nasıl ve hangi bağlayıcılıkla iptal edecektir? Verilen klasik cevap şudur: “Mahkemeler uygulamaz.”. Ancak anayasa hukukunda iptal edilmeyen, yürürlükten kaldırılmayan, normatif olarak ortadan kaldırılmayan bir kanunun anayasa karşısında üstünlüğü fiilen devam eder. Bağlayıcı olmayan bir mahkeme kararının anayasal üstünlük sağlaması, hukuki değil sosyolojik bir olgudur.
Danimarka anayasa pratiği sıklıkla şu ifadeyle savunulmaktadır: “Yüksek Mahkeme kararları bağlayıcı değildir ama herkes uyar.”
Bu cümle, anayasa hukukunun normatif mantığı açısından kabul edilebilir değildir. Zira bağlayıcı olmayan bir karar, hukuken karar değildir. Uygulanması, hukukun değil, siyasal kültürün ürünüdür. Anayasa hukuku, “uyuluyor olması” üzerinden değil, uyulmaması hâlinde ne olacağı üzerinden değerlendirilir.
Anayasa, Toplum ve Kültür Arasındaki Gerilim
Danimarka Anayasası çoğu zaman, Danimarka’nın demokratik başarısının hukuki temeli olarak sunulmaktadır. Oysa burada ciddi bir nedensellik hatası yapılmaktadır.
Ortada iki olgu vardır:
- Danimarka, demokratik, istikrarlı ve hukuk devletine saygılı bir ülkedir.
- Danimarka Anayasası, normatif açıdan zayıf bir anayasa metnidir.
Bu iki olgu arasındaki ilişki çoğu zaman tersinden okunmaktadır. Oysa doğru okuma şudur;
- Danimarka, anayasası sayesinde demokratik değildir
- Anayasa, Danimarka demokratik olduğu için ayakta durabilmektedir.
Bu tespit, anayasa hukukunun en rahatsız edici gerçeklerinden biridir. Çünkü burada anayasa, iktidarı sınırlayan bir norm olmaktan çıkmakta; toplumun zaten uymaya niyetli olduğu kuralları sembolik olarak teyit eden bir belgeye dönüşmektedir.
Bu noktada şu soru sorulmalıdır: Danimarka Anayasası olmasaydı, Danimarka’da anayasal düzen çöker miydi?
Bu soruya dürüst bir normatif cevap vermek gerekir. Danimarka’da anayasanın iktidarı fiilen durdurduğu, yetki gaspını otomatik olarak engellediği, kötü niyetli aktörleri normatif olarak bloke ettiği söylenemez. Bu durum, anayasanın varlığı ile yokluğu arasındaki farkı hukuki değil, sembolik bir düzeye indirgemektedir. Anayasa burada bir “fren” değil, bir “etik uyarı levhası” işlevi görmektedir. Ancak anayasa hukukunun amacı, uyarı levhası koymak değil, duvar örmektir.
Danimarka Anayasası çoğu zaman şu argümanla savunulmaktadır: “Bizde anayasa kültürü var.”
Bu argüman, anayasa hukuku açısından ikna edici değildir. Zira anayasa kültürü yazılı ya da bağlayıcı değildir, ve bu kültürün yaptırımı yoktur. Anayasa kültürü, anayasanın yerine geçemez. Aksi hâlde anayasa hukukunun yerini ahlak felsefesi alır. Bir anayasa, kültürün olmadığı yerde de çalışabilmelidir. Eğer bir anayasa, ancak “doğru toplumda” işliyorsa, o metin iyi bir anayasa değildir.
Sonuç
Bütün bu tespitler ışığında Danimarka Anayasası için şu sonuçlara varmak mümkündür:
- Metin, normatif yoğunluk bakımından zayıftır.
- Yetkiler açık, sınırlar belirsizdir.
- Anayasa yargısı yoktur.
- Anayasanın üstünlüğü, hukuki değil fiilîdir.
- Sistem, kötü niyetli iktidarlara karşı kendini savunamaz.
Bu özellikler, Danimarka Anayasası’nı iyi işleyen ama iyi tasarlanmış olmayan bir anayasa hâline getirmektedir.
Bu incelemenin vardığı sonuç açıktır; Danimarka Anayasası, güçlü bir anayasa değildir. Danimarka’daki demokratik istikrar, bu anayasanın başarısı değil, anayasanın yerine geçen anayasa dışı faktörlerin başarısıdır. Anayasa hukuku açısından bakıldığında: bu metin iktidarı sıkı biçimde bağlamaz, kötü niyetli aktörlere karşı yeterli güvence sunmaz, anayasanın üstünlüğünü kurumsal olarak garanti etmez.
Sonuç olarak denilebilir ki: Danimarka güçlü olduğu için bu anayasa ayakta durmaktadır. Bu anayasa güçlü olduğu için Danimarka ayakta durmamaktadır.