Bordo ve mavi

Günlerdir aralıksız yağmur yağıyor. Yaz bir türlü gelemedi. Rüzgar soğuk ve bir o kadar sert. Ben camdan dışarıyı seyrediyorum. Hava tüm gün kapalı olmasına rağmen akşama doğru birazcık bulutlar dağılır gibi oldu. Bir tutam aralıktan sızan güneş, içimin ısınması için yeterli olamıyor. Taze anne ve babalar bahçede koşturan çocuklarını izliyor. Bir baba, yeni doğmuş bebeği kucağında balkondan dışarıyı izleyerek atıyor günün yorgunluğunu.

Şehre bir dinginlik hakim. Henüz hafta sonu olmamasına rağmen, bir hafta sonu edasıyla telaşsız yaşıyoruz. Benim aklım hâlâ geçen gün düşündüğüm ilk uçurtma hikayemde.

Çocukluk yıllarım, sanırım on yaşlarında olmalıyım. Yaz ortası geçmiş, günler birazcık daha serinlemeye başlamış. Günler ilerlerken aklıma neden uçurtmam olmadığı takılıyor. Bazı insanlar hep dakiktir ve önceden yapılmış planları hiç aksatmadan uygulamaya koyarlar. Benim gibilerinse aklı biraz sonradan gelir. Yine geç kalmışım, yaz bitmek üzere!

Aceleyle bir uçurtma projesi başlatıyorum. Nasıl yapılacağı konusunda hiçbir bilgim yok. Sokakta birlikte büyüdüğümüz diğer çocukların uçurtmalarını inceliyorum. Öğrenebildiğim kadarını öğreniyor ve kendi çıtalı uçurtmamı yapmaya koyuluyorum. İlk denememde ortaya çıkıyor ki, bu işte hiç anladığım yok! Koca bir fiyasko. Uçurtma havada kalamıyor. Rüzgar ne kadar kuvvetli olursa olsun, bir şekilde uçurtmayı uçurtamıyor. Dengesi doğru değil. Yine bazı insanlar geliyor aklıma. Rüzgar ne olursa olsun ve nereden eserse essin dimdik dururlar. Rüzgarın onlar için yaratıldığını düşünmemek elde olmaz. Benim gibilerinse rüzgarda tüm düşünceleri birbirine geçer. Toz ve dumandan önünü göremezler.

Tozla dumanı hiç karıştırmadan peder beye açıyorum konuyu. Peder bey o zamanlar sert bir adam. Zaten her zaman karaydı da, o günlerde daha saçlarına beyazlar yerleşmemiş. Gür, simsiyah bıyıklar, seksenlerde kalma yine geriye yatmış saçlarla büyük bir uyum içinde. “Uçurtma mı istiyorsun sen?”, diye soruyor. Evet diyorum, çaresiz. O gün keyfi yerinde olacak ki, malzeme topluyoruz. Bir marangozdan çıta almaya gidiyoruz. Ne istediğini iyice tarif ediyor, epeyce ölçüp biçtikten sonra çıtaları alıp kırtasiyeye gidiyoruz. Uçurtma için kullanılacak renkli naylon poşetlerden alacağız. Tabii ki her renk olmasına ve benim sıkı bir Galatasaray taraftarı olmama rağmen, peder beyin Trabzonspor aşkından ötürü bordo ve mavide karar kılınıyor. Bir de epeyce uçurtma ipi alıyoruz.

Eve geldiğimiz gibi peder bey bir elinde sigarayla işe koyuluyor. Peder beyi bir iş yaparken izlemek her zaman keyifliydi. Terzi olduğundan hesap etmek, ölçüp biçmek ve kesip birleştirmek konusunda zaten iyiydi. O gün muazzam bir titizlikle yapıyor uçurtmayı. Çıtaları kusursuz bir açıyla, hiçbir arkadaşımda görmediğim tekniklerle birleştiriyor. İpi çıtalara nizami bir şekilde sarıyor. Üç çıta, yıllardır yolları hiç ayrı düşmemiş üç arkadaş gibi oluyor. Çıtaların uçları arasına ip dolanması gerektiğinden, peder bey doğrudan dolamak yerine bir bıçak yardımıyla ufak oyuklar oluşturuyor. İpleri dolağında iplerin oynamasına imkan kalmıyor. Daha sonra bordo ve mavi naylonları birleştirip bir bant yardımıyla yapıştırıyor. Sonra bu naylonu iskelete kusursuz bir işçilikle yerleştiriyor.

Bir sonraki aşamada, naylonun göbeğini sigarasıyla yakarak bir delik açıyor. Komik gelebilir, ancak başka bir delici aletle kesmeye göre çok daha akıllıca. Çünkü sigarayla yakıldığında, yanan plastik doğal bir sınır oluşturuyor ve o deliğin daha fazla büyümesine engel oluyor. Adeta büyüleniyorum. Denge ipleri de tamamlandıktan sonra nizami olan kuyruğu da ekliyoruz. Uçurmaya bağladığımız ana kuyruğun haricinde, yedek olarak bir de ufak bir parça yapıyoruz. Eğer kuyruk çok hafif kalırsa yedek kuyruğu da bağlayacağız. Uçurtma tamamlandığında sevinç içerisindeyim. Hiçbir arkadaşımda olmayan, daha önce hiç görmediğim kadar güzel bir uçurtma bu. Plastiklerin, kullandığımız bantların ve çıtaların kokusunu hâlâ anımsıyorum. İliklerime kadar mutlulukla doluyorum…

Sıra uçurtmayı uçurmaya geliyor. Peder bey, ben ve ablam uçurtma uçurtmak için ideal olan bir tepeye gidiyoruz. Büyük bir genişlik, bol rüzgar ve güzel bir öğleden sonrası… Hava ne çok sıcak ne de çok soğuk. Ben uçurtmayı baş üstünde tutuyorum, peder bey yine büyük bir yetenekle uçurtmayı havalandırıyor. Daha sonra ipi benim elime veriyor. O gün hayatımda ilk defa kendi uçurtmamı uçuruyorum. Gökyüzünde dimdik duruyor. Başka uçurtmalara göz atıyorum arada. Yalpalayanlar, yere çakılanlar, kuyruğu hafif gelenler, kuyruğu ağır gelenler, rüzgara karşı dayanamayıp havada dağılanlar… Bizim uçurtma ise nispet yapar gibi gökyüzünde. En ufak bir oynama ya da sağa sola kayma belirtisi yok. Bıraksak günlerce uçacak. Ne yazık ki benim için çabucak geçmesine rağmen, saatler sonra ev yoluna düşme zamanı geliyor. Uçurtmayı indiriyoruz ve ben kolumun altında uçurtma, büyük bir mutlulukla bir sonraki uçurma seansını hayal ederek eve varıyoruz.

Bir sonraki uçurtma seansı hiçbir zaman gelmiyor. Peder beyin hep işi var ya da yorgun. Saatlerce çalıştıktan sonra bir de benim uçurtma hevesimle ilgilenebilecek zaman bulamıyor. Üzülsem de elimden bir şey gelmiyor, ona da çocuk aklımla hak vermeye çalışıyorum. Beni de sürekli tek başıma gitmemem konusunda tembihliyor. Tabii ki dinlemiyorum. Günlerden bir gün kafaya koyup aynı tepeye gidiyorum. Uçurtmamı tek başıma havalandırmaya çalışıyorum. Her şey güzel başlamışken saniyeler içerisinde bir başkasının uçurtması gelip benim uçurtmama takılıyor. İkimizin uçurtması yere yapışıyor. Gidip kaldırıyoruz, benim uçurtmada hiçbir şey yok. Çıtalar sağlam, naylon poşette en ufak bir yırtık yok. Ancak diğer uçurtma paramparça olmuş. Uçurtmanın sahibi ve benden daha iriyapı olan çocuk suçu bana atıyor. Ama bana bir şey yapmak yerine, uçurtmamı kırmayı tercih ediyor. Uçurtma o kadar sağlam ki, bunu sadece kollarını kullanarak beceremiyor. Bir ayağı ile çıtasına basarak iki koluyla diğer taraftan var gücüyle asılıyor ve çıtalar kırılıyor. Benimse elimden bir şey gelmiyor ve dehşet içinde olanları izliyorum. Feryatlarım işe yaramıyor.

Saatlerce ağladıktan sonra, elimde sadece uçurtmanın ipi kalmış bir şekilde eve dönüyorum. Biliyorum ki peder beyin bir daha uçurtma yapmak için zamanı ve enerjisi olmayacak. Dahası, onu dinlemediğim için bana kızacağını da biliyorum. Bu durum da, yeni bir uçurtma şansını azaltıyor. Eve gelince uçurtma uçurtmaya gittiğimi öğrenmiş olan peder bey beni sorguya çekiyor ve uçurtmayı soruyor. Olanları anlatıyorum. O sırada sakal tıraşı olmakla meşgul olan ve muhtemelen günü pek de iyi geçmeyen peder bey, bugüne kadar unutamadığım bir söz söylüyor; “Ulu sözü dinlemeyen ularmış.” Bir daha da uçurtma meselesi hiç açılmıyor. Ben de artık uçurtma istemiyorum zaten.

Bugünden o güne baktığımda beni rahatsız eden; uçurtmamı kıran çocuğun davranışı. İstese beni dövebilirdi. Zaten ufak tefek bir çocuktum ve kendisi benden iriydi. Fakat o bunu yapmadı. Bunun yerine uçurtmamı kırmayı tercih etti. Gerçekten suç bende miydi onu da bilmiyorum. Eğer ondan daha iri olsaydım yine de beni dövmeye ya da uçurtmamı kırmaya çalışır mıydı acaba? Benzerlerini defalarca gördüm. Erkekler bir erkeklik kitabı yazma peşinde, lakin daha önce kimseyi dayak yiyeceği kesin olan bir kavgaya girerken görmedim. Yine de bunu yapan çocuğa kızgın değilim. Bir çocuğun uçurtmasını yitirmesinin ne demek olduğunu iyi biliyorum.

Bu güzelim hafta sonumsu akşamı, neden böylesine bir hikayeyi anımsayarak geçirdiğimi sorabilirsiniz. Birkaç gün önce, çocukluğumdaki güzel anıları yazmak gibi bir fikir geldi aklıma. Neler olabileceğini düşünüyor, geçmişten bir şeyler bulmaya çalışıyordum. Peder beyle yaptığımız ve uçurduğumuz bu uçurtma anısı, aklıma gelen en erken mutlu çocukluk anısıydı. Kesinlikle daha küçük yaşlardan da hatırlayacağım şeyler vardır. Ama bu anıyı hatırladığım anda yıllardır yapamadığım bir şeyi yaptım; ağlamaya başladım. Peder bey hayatını kaybedeli üç seneden fazla oldu. Ben ise ilk defa gözlerimin dolması haricinde gerçekten ağlayabildim. Tüm yorgunluğuna ve dertlerine rağmen bazen zaman ayırmıştı. Harika bir uçurtma yapmış ve birlikte uçurmuştuk. Bizim için pek çok zorluğa göğüs gerdi, yine de hiçbiri beni o uçurtma kadar mutlu etmedi.

Bugün… Hayattan dileyebileceklerimiz sınırsız. Güneşin bir an evvel açmasını, tüm kara bulutların dağılmasını, tatlı bir akşam güneşinin içimizi ısıtmasını, ıslak çimlerin kokusunu burnumuza çekmeyi, kuşların şakırtılarını duymayı, uzun süredir görüşemediğin bir arkadaşın aramasını ya da onları, bunları, şunları… Şu an tek dilek hakkım olsaydı eğer; sadece yinede o çocuğun kalbine sahip olmayı, bir uçurtma için heyecanlanabilmeyi isterdim.