Türkiye'deki sorunlar neden çözülemiyor?

Bu yazı Politik Düşünceler Yazı Dizisi kapsamında yazılmıştır. Tüm yazılara buradan ulaşabilirsiniz.

Hemen her gün bir başka haberle sarsılıyoruz. Ekonomik krizler, yolsuzluk haberleri, yasa dışı göçmenler, mülakatla kamu personeli alımı gibi şoklar hayata bakışımızı yeniden şekillendiriyor. Negatif gelişmeler hiç kız kesmiyor. Bir noktada nefesimiz daralıyor ve haber takip etmeyi bırakıyoruz. Dönüp dolaşıp aynı yere geldiğimiz hissi, içimizdeki son umut kırıntısını da alıp götürüyor.

Bu yazımda Türkiye’nin neden sorunlarını çözemediği üzerinde duracağım. Neden kronik sorunlarımız var? Biz bu sorunları nasıl hissediyoruz? Neden herhangi bir çözüm üretemiyoruz? Siyasi partiler neden yetersiz? Politika ne için var? Eğer siyasi partiler sorunları çözmekte başarısızsa neden varlar? Bu ve buna benzer soruların yanıtlarını arayacağım.

Sorun çözme yönetmi olarak devlet baba

Türkiye’nin de her ülke gibi sorunları var. Yaşadığımız coğrafya ve komşularımız nedeniyle belki de daha fazla sorun yaşıyoruz. Dış mihraklar da bize nefes aldırmıyor olabilir. Ancak gelişmiş ülkelerle bizim aramızdaki fark; onların daha az soruna sahip olması değil, sorun çözme yöntemlerimizdeki ayrışmadır.

Bir sorunu çözebilmek için sorunu tespit etmek gerekir. Eğer olası sorunları sürekli olarak gözlemlemezsek, en iyi ihtimalle sorun ortaya çıktıktan sonra sorunla karşılaşırız. Gözlem için sistematik bir gözlemleme yeteneğine sahip olmamız gerekir. Bu da Türkiye’deyi ilgilendiren hemen her konuda veri elde etmekle ve bu verileri kamuoyu ile paylaşmakla olur.

Bu konuda yeterli değiliz. 2018-2019 yıllarında Türkiye’de gıda fiyatlarında yüksek artış yaşandı [1]. Elimizde yeterli veri olmadığı için bunun yaşanabileceğini öngöremedik (ya da görmezden geldik) ve gerekli tedbirleri alamadık. Sorunu öngörmek yerine, hükümet yaşanan gıda enflasyonu sonrasında tanzim satış noktaları kurarak, artan gıda fiyatlarına karşı vatandaşı korumaya çalıştı.

Sonraki aylarda yüksek enflasyon sadece gıda ile sınırlı kalmayıp hemen hemen tüm tüketim ürünlerine sıçradı. Bunu döviz şokları takip etti. Sonuç olarak konut kiraları yükselmeye başladığında, hükümet bu kez %25 kira artış sınırı ile kiracıları korumaya çalıştı. Bugün bu konu üzerinde hala ciddi tartışmalar yaşanmakta.

Tanzim satış noktaları ve kira zammı koruması sadece basit birer örnek. Çok daha acı bir örnekle karşı karşıyayız. 1999 Gölcük Depremi ‘den bugüne kadar İstanbul için riskler sürekli olarak tartışılıyor. Alınan önlemlerin yetersiz olduğu konusundaysa eleştiriler var.

Sözün özü; Türkiye’nin sorun çözme yöntemi budur. Sorunları öngöremeyiz. Ya yeterli verimiz, ya planımız yoktur. Sorun yaşayacağımızı düşündüğümüzde görmezden geliriz. Sorun ortaya çıktıktan sonra da, devlet canla başla vatandaşının yaralarını sarmaya çalışır. Bu sayede Devlet Baba mahlası üzerine yapıştı, çıkmıyor. Bir kısır döngü içerisindeyiz. Yıllar geçiyor, siyasi liderler, partiler ve hükümetler değişiyor ancak bu durum değişmiyor.

Siyasi partiler ne işe yarıyor?

Evet, hiç ayırt etmeden tüm siyasi partileri eleştireceğim. Türkiye’deki sorun çözme mekanizmasının yapısı, siyasi partilerin ve seçmenlerin sürece bakışıyla doğrudan ilişkili. Gelin hep birlikte nedenini inceleyelim.

Bugün bir anket yapsak ve “Son 50 senede Türkiye’deki en başarılı siyasi partiyi” sorsak, AKP ipi göğüsler. Bu akıl alır gibi değil ama toplumun geneli her şeye rağmen AKP’yi en başarılı parti olarak kabul ediyor. Peki neden? Geldiğimiz noktada AKP kronik enfasyon sorunumuzu çözemedi. Sağlık sistemimiz gelmeyen randevularla ağır aksak ilerliyor. Asayiş sorunları korkulu rüyamız. Eğitim sistemimin kalitesi iyileşmeyi bırakın geriye gidiyor. Terör örgütü PKK sorunu çözülemediği gibi, 15 Temmuz’la birlikte başka bir terör örgütü belasıyla da yüzleştik. AKP tam olarak neyi başardı?

Diyelim ki “AKP türban sorununu çözdü.” ve hanesine bir artı yazalım. Hadi bir artı da savunma sanayisi için (tartışmaya açık ama şimdilik kabul edelim) yazalım. 20 seneyi geçen iktidarında, AKP’nin hepi topu çözebildiği sorunlar bu kadar. Gelir ve gider birbirini tutmuyor.

AKP’ni başarılı kabul edilmesinin sebebi yukarıda saydıklarım değil. Türkiye’de siyasi partiler ve siyaset seçim kazanmak üzerine kurgulanır. Eğer bir siyasi parti seçim kazanıyorsa başarılıdır. Büyük bir farkla seçim kazanıyorsa çok başarılıdır. 22 sene boyunca iktidarı elinde tutuyorsa, bu süper bir başarıdır. Seçim kazanamayan partiler ve siyasiler başarısız olarak görülür. Bu nedenle Erdoğan anketlerle ilgilidir. Bu nedenle siyasiler anket sonuçlara göre pozisyon alır. Bu nedenle siyasiler dün savundukları fikirlerini bugün tamamen terk eder. Siyasi partiler toplumdan daha fazla oy alabilmek için politika belirler. Toplumu en iyi analiz eden ve toplumun isteklerine en uygun vaatleri belirleyen siyasi parti seçimleri kazanır.

Yukarıda özetlediğim denklemin hangi bölümünde Türkiye’nin sorunlarının çözülmesi yer alıyor? Siyasi partilerin varlık sebebi seçim kazanmak mıdır? Yoksa meclis çoğunluğunu ve yürütme organını kazanarak, ürettikleri politikaları hayata geçirmek midir? Türkiye’de siyasi partiler sorunları anlamaya çalışmak ve bu sorunları çözmek için politika üretmez. İktidarda kalmak, iktidarlarını sağlamlaştırmak, rakiplerini alt etmek için politika üretir. Bu nedenle başta AKP, sonra da diğer partiler Türkiye’nin sorunlarını çözme yeteneğine sahip değiller. AKP zaten çözebilecek yeteneğe sahip olsaydı, bu sorunları çözer ve iktidarda bu sayede kalırdı. Ancak sorunların çözümü kararlılık gerektiriyor ve seçim kazanmak, bu sorunları çözmekden daha kolay.

Türkiye’de eksik olan nokta budur. Türkiye’de bulunan siyasi partiler sorunlarla ilgilenmez. Kendi içlerinde bir politika üretme mekanizmaları da yoktur. “Halkı dinlemek” adı altında halkın dert yandığı konularda vaat oluştururlar. Sorunların kaynağına inmezler. Bu nedenle Türkiye’de nadiren sorunları tespit edecek ve çözecek kurumlar kurulur ya da iyileştirilir.

Apollon Tapınağı Fotoğraf Pixaline, pixabay

Seçmenlerin talepleri

Türkiye’de seçim kazanan parti başarılı olarak kabul edildiğinden, siyasi partiler seçim kazanmaya odaklanmıştır. Ancak bu durumda sadece siyasi partileri değil, bir miktar seçmeni de eleştirmemiz gerekiyor.

Ben seçim süreçlerinin zaman zaman oy alış verişine dönüştüğünü düşünüyorum. Seçmen dertlerini anlatıyor ve siyasiler buna karşılık vaatlerle gündeme geliyor. Geçtiğimiz yıllara baktığımızda bu süreçte gördüklerim akıl alır gibi değil. Biz seçmenler olarak, daha yüksek maaş, erken emeklilik, kaçak yaptığımız yapılara tapu ve iskan gibi taleplerle partilerden destek istiyoruz. Onlar da seçim vaadi ya da seçim öncesi bir ön çalışma olarak isteklerimiz gerçekleştiriyor. Siyasi partilerin amacı salt seçim kazanmak olduğundan, onlar oyunu kuralına göre oynuyor. Peki biz tam olarak ne kazanıyoruz?

Seçmen olarak önceliğimiz destekçisi olduğumuz partinin sadece seçimi kazanması olmamalı. Desteklediğimiz siyasi partinin politika üretecek organizasyona sahip olması, vatandaşın bu organizasyonun içerisine dahil olabilmesi, sorun tespit edebilme yeteneğinin geliştirilmesi, sorunlara karşı politikalar üretilmesi öncelikli taleplerimiz olmalı.

Türkiye’de seçim dönemleri, taksiciler, dolmuşçular, esnaflar ve emekliler gibi grupların dertlerinin dinlenip, onlara yutturulan ağrı kesicilerden ibaret. Herkes emekli maaşlarının azlığını konuşuyor da, kimse bugün işe başlayan 25 yaşında bir gencin 40 sene sonra alacağı emekli maaşının nasıl insanı şartlarda sağlanabileceğini konuşmuyor. SGK’nın nasıl bir ponzi şemasına döndüğünü dillendirmiyor. Dolmuşçular yakıt masraflarından dert yanıyor da, zengin bir ülke sayılmayan Türkiye’deki ulaşımı nasıl daha efektif hale getirebilecemiz konuşulmuyor.

Sanki biz de seçmen olarak bakış açımızı değiştirmeliyiz.

Parti programlarının aynılığı

Bugün herhangi iki partinin parti programını yanyana koyduğumuzda büyük oranda benzerlikle göze çarpacaktır. Demokrasinin geliştirilmesi, sağlık altyapısının güçlendirilmesi, hayvanlar için daha güzel bir Türkiye, ekonomik sorunların çözülmesi diye uzayıp giden, sadece birer temenni olan, birbirinin aynısı metinler…

Bu programların hiç bir anlamı yoktur. Hepsini okumadan geçebilirsiniz. Tüm partiler demokratik oldukları iddiasındadır, ancak demokrasi anlayışları farklıdır. Tüm siyasi partilerin seçmenlerine satmaya çalıştığı hikaye; kendi iktidarlarında tüm sorunların çözüleceğidir. Eğitim kalitesi mi? Hiç merak etmeyin! Onlara oy verirseniz harika bir eğitim sistemimiz olacak.

Benim eleştirdiğim nokta hayal kurmak değil. Hayaller her zaman güzeldir. Binlerce hayalim var. Ancak bir siyasi partinin eğitim sistemini nasıl düzelteceğiyle alakalı somut çözüm önerilerini duymak istiyorum. Bu önerileri, meclise getirilmeye hazır bir kanun teklifi olarak görmek istiyorum. Eğer diğer partilerden daha iyi politikalarınız olduğuna bizi ikna etmek istiyorsanız, bunun için ortaya bir şey koymanız gerekir. Mevcut durum hayal satmaktan öteye geçmiyor. Oy verdiğim siyasi partilerin nasıl Türkiye’yi daha iyi hale getireceğinin planını, ben hiç bir zaman görmedim.

Sorun çözme mekanizması olarak kast ettiğim; vatandaşların aktif olarak politika üretim süreçlerine dahil olmasından ibaret. Bugün siyasi partiler, esnaf esnaf dolaşan ve vaat üreten yapılardır. Siyasi parti teşkilatlarına girdiğinizde, kıraathaneden farksız bir ortamla karşılaşırsınız. Hatta kimilerinin network, kimilerinin rahat rahat muhalefet yapabildiği bir ortam olduğunu gördüğünüzde, kıraathaneden bile daha kötü olduğunu düşünmeniz olağan.

Sorun çözme mekanizmasının, partilerin il ve ilçe teşkilatlarında başlayıp en tepeye kadar gitmesi gerekmektedir. Siyasi parti üyeleri yakalarına rozet takarak değil, sorunlar için reel politikalar üreterek partilerini desteklemelidir. Siyasi parti liderlerinin amacı kendi sürülerini oluşturmak değil, üyelerin politikalar üzerine tartışabilecekleri ve değer üretebilecekleri ortamı oluşturmaktır. Tüm bunların hayal olduğunu mu düşünüyorsunuz? Öyleyse Birinci Meclis‘i tekrardan incelemenizi öneririm. Aradan geçen yüz yıla rağmen bugün geldiğimiz nokta daha iyi değildir. Savaş anlarında dahi tüm sorunları tartışarak çözmeye çalışan bir meclise karşı siyasi liderlerin peşinde sürüklenen bizler.

Bu avanak köylü toplanıp hakkını arayacağına, hep olmaz kişilerden medet umar durur.

Hamido destanı… Salako destanı…

Hep böyle mi sürecek bu iş?

Sadık Şendil, Salako (1974)

Kaçkar Dağları Fotoğraf kareni, pixabay

Binlerce sorun ve gümüş kurşun yöntemi

Türkiye için hala ümit edilecek bir şey var mı? başlıklı yazımda, kurtarıcı lider ve kurum yanılgısından uzun uzun bahsettim. O bölümde anlatmak istediğime bir kez de bu konu özelinde değinmek istiyorum.

Türkiye’nin yüzlerce önemli sorunu var. Bu sorunların bazılarını hızlıca çözmek kolay mümkün. Ancak bazı kronik ve çetrefilli sorunlarımızı çözmek için daha fazla efor gerekiyor. Bu nedenle, tek bir siyasi lider ya da seçim kazanan bir milletvekili grubunun Türkiye’nin tüm sorunlarını tek başına çözebileceğine inanmıyorum. Sorun tespit edebilmek için sahip olduğumuz veri toplama mekanizmaları zayıf. Siyasi partilerin politika üretme sistemleri yok. Kurumlarımız yetersiz ve eksiklikleri var. Hülasa; sorunları çözmek için iyi bir organizasyon gerekiyor.

Türkiye sahip olduğu tüm sorunları çözebilecek bilgi ve yeteneğe sahip. Eksik olan parça bu yetenek ve bilgi birikiminin bir araya gelerek organizasyonel bir yapı içinde çalışması.

Ben burada hayal satmak amacında değilim. Özellikle vurgulamak istediğim; ev ödevimizi yapmaz ve hem siyasi partilerin içinde, hem de iktidara gelen siyasi parti eliyle sorun çözmek mekanizmaları kurgulamazsak bir adım ileriye gidemeyiz. Oy verdiğimiz siyasi partinin de seçim kazanması sadece bize bir miktar iç huzuru verir, o kadar.

Son sözler

Bu yazımda dilim döndüğünce neden Türkiye’nin sorunlarını çözemediğini anlatmaya çalıştım. Şüphesiz verdiğim örnekler çoğaltılabilir. Buna rağmen genel hatlarıyla siyasi partilerin bir politika üretme mekanizmalarının olmadığını, hatta böyle bir amaçlarının dahil olmadığını aktardığıma inanıyorum. Bununla birlikte seçmen olarak bizlerin de talebimizin bu yönde olmadığından bahsettim.

Tüm bunlara rağmen, politika üretme mekanizmalarının nasıl organize edileceğinin izaha muhtaç olduğunu kabul ediyorum. Ancak bu yazı bunun yeri değil. Yazı dizisinin ilerleyen bölümlerinde bunu etraflıca anlatmaya çalışacağım. Sorumluluğumdan kaçmamakla birlikte, mevcut durumu analiz etmenin çözüm üretme anında bize yardımcı olacağını düşünüyorum.

Son olarak, yukarıda da sözünü ettiğim gibi; bir kişi tek başına Türkiye’nin sorunlarını çözemez. Örnek olarak kendimi örnek gösteriyorum. Benim önerilerimin tek başına yeterli olması mümkün değil. Eleştirel değerlendirmeyi ve eksikliklerimin tamamanlanmasını daha sağlıklı buluyorum. Benim yazılarım sadece kendi fikirlerimi aktarmaktan ibaret. Yazımın eksik tarafı; ortaya attığım fikirleri tartışabileceğimiz bir ortamın olmamasıdır. Bu da yazının ana fikridir.

Şimdilik sevgilerle…