Bilinen anlamıyla sosyal medya uygulamaları öldü

Artık “sosyal medya” kavramından söz etmemiz mümkün değil. Bildiğimiz anlamıyla sosyal medya öldü. Bugün sosyal medya adını vererek kullandığımız (ya da kullanmaya çalıştığımız) Twitter, Instagram ya da Facebook gibi platformalar, sosyal medya tanımına uymuyor. Bu platformlar, kendilerini var eden içerik üreticilerini artık umursamıyor.

Bu bir hata değil, bir tercih.

Instagram, Twitter, Facebook ve LinkedIn gibi büyük platformlar, artık kronolojik sıralamayı kullanmıyor. Bunun yerine, kullanıcı etkileşimlerini ve “ilgiyi” ön planda tutan algoritmalar tercih ediliyor. Örneğin, Twitter’da içerikler kullanıcı etkileşimlerine, popülerliğe ve güncelliğe göre sıralanıyor, ancak her zaman gerçek zamanlı olarak gösterilmiyor​ [1]. TikTok ise tamamen kullanıcı davranışlarını ve etkileşimleri analiz ederek yeni içerikleri öne çıkarıyor, takipçi sayısının önemi daha geri planda kalıyor​ [2].

Algoritmik değişiklikler sonucunda, Facebook ve Instagram gibi platformlarda organik erişim önemli ölçüde azaldı. Örneğin, Instagram’da artık içerikler, kullanıcı etkileşimlerine göre sıralanıyor ve bu da takip edilen tüm hesapların gönderilerini görmeyi engelliyor​. Facebook‘ta da benzer bir şekilde, içerik görünürlüğü etkileşim düzeyine bağlı hale geldiği için birçok marka ve içerik üreticisi, reklamlar aracılığıyla görünürlük sağlamaya çalışıyor​ [3].

Kullanıcılar artık takipçilerine ulaşmada tam kontrole sahip değiller. Örneğin, LinkedIn‘de içerikler, ilk etkileşimlere göre sıralandığı için, zamanında yapılan paylaşımlar bile yeterince etkileşim almazsa görünmez hale gelebiliyor.

Sosyal medyada görünürlük olmak tüm bunlara rağmen çok değerli olduğu için, içerik üreticileri algoritmaları yenmeye çabalıyor. Daha çok etkileşim alacak, tepki çekecek ya da tartışma çıkaracak içerikler üretiliyor. İçerik üreticiliği büyük bir pazar olduğundan, sıradan kullanıcıların içerik üreticilerinin yeteneklerine ulaşabilmesi de mümkün değil. Sıradan kullanıcılar, kaçınılmaz olarak daimi içerik tüketicisine evriliyor.

Söz konusu platformaların bu tercihlerinin sebebi daha çok gelir elde etmek. Bu, şüphesiz anlaşılabilir bir durum. Binlerce çalışanı ve devase teknoloji üretimleriyle birlikte, elbette bu şirketler hissedarlarına güzel karlar bırakabilmek zorunda. Ancak sıradan kullanıcılar zamanı reklamverenlere satılan bir objeye dönüşüyor. Kaçınılmaz olarak bu daha az paylaşım yapmamızla sonuçlanıyor. Günün sonunda, profesyonel içerik üreticileri tarafından üretilen içeriklerin, çoğunluğu botlar tarafından tüketilen bir garip hali karşımıza çıkıyor. [4]

Lake Fotoğraf Leolo212, pixabay

Gerçek kullanıcılar

Sosyal medyaların bugün bu kadar büyük olmasının sebebi reklamverenler değil, kullanıcılardır. Kullanıcılar ve kullanıcıların paylaşımları olmaksızın, sosyal medya platformaları değerlerinin yitirmek zorundadır. Sosyal medya, bizim ürettiğimiz içeriklerle zenginleşmiştir. Ancak bugün, sosyal medyayı yaratan kullanıcılar kendi seslerini duyuramıyor.

Biz, profesyonel içerik üreticileriyle yarışamayız. Çoğumuzun böyle bir amacı olduğu da söylenemez. Ancak kendi fikirlerimizi paylaşmak, güncel konular hakkında fikir alışverişinde bulunmak, fikirlerini beğendiğimiz başka kullanıcıları ya da arkadaşlarımızı takip etmek, onların fikirlerini okumak istiyoruz. Bu, her geçen gün imkansız hale geliyor. Ben bu durumun sadece ticari bir tercih değil, aynı zaman da politik bir tercih de olduğunu düşünüyorum.

Hatırlarsanız, 2018 yılında patlak veren Cambridge Analytica Skandalı, Facebook‘tan 87 milyon kullanıcının verilerinin izinsiz bir şekilde topladığını ve bu verileri 2016 ABD Başkanlık Seçimleri ve Brexit Referandumu gibi siyasi kampanyalarda kullandığını ortaya çıkardı. Cambridge Analytica, kullanıcıların sosyal medya verilerini analiz ederek kişilik profilleri oluşturdu ve bu profiller doğrultusunda kişiselleştirilmiş, manipülatif siyasi reklamlar yayımladı. Skandal, hem Facebook‘un gizlilik politikaları üzerinde hem de veri güvenliği konusunda küresel çapta büyük tartışmalara yol açtı. [5]

Söz konusu skandal, Facebook bilgisi dışında yapılan bir girişimdi. Bugün tüm sosyal medya platformları, kasıtlı olarak, kullanıcıların takip ettikleri hesapların içeriklerini kullanıcılara göstermiyor. Bunun yerine, kendi algoritmalarını kullanıyor. Geçmişte Cambridge Analytica tarafından yapılanlar, yarın bir başka sosyal medya platformu tarafından rahatlıkla yapılabilir. Biz bu algoritmaların nasıl çalıştığını bilmiyoruz. Söz konusu şirketler sadece bilmemizi istedikleri kadarını bizimle paylaşıyor. Eğer Twitter‘ın algoritması bugünkü gibi olsaydı, 28 Mayıs 2013‘de başlayan Gezi Parkı Olayları hiç yaşanmayabilirdi.

Tüm bunları bilmek tüyler ürpertici! Sosyal medya platformlarının ellerinde bulundurduğu güç, pek çok devletin sahip olduğu askeri güçten daha yıkıcı olabilir. Komple teoristliği yapmak istemiyorum ancak gördüklerimizin ve duyduklarımızın kontrol edilebiliyor olması, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört romanının acı bir kopyası değil de nedir?

Peki biz ne uğruna haber alma özgürlüğümüzden vazgeçiyoruz? Evet, hiç çekinmeden söylüyorum; sosyal medya platformarının uyguladığı bu algoritmalar, haber alma özgürlüğünün sınırlandırılması ve dolaylı bir müdahale olarak kabul edilmelidir. Bireysel hak ve özgürlükler, şirketlerin lütuflarına bırakılmamalıdır. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi‘nin 19. maddesi, herkesin “düşünce ve ifade özgürlüğü”ne sahip olduğunu belirtir ve bu özgürlük, fikir ve bilgiye “sınırsız olarak erişim” hakkını da içerir.

Protesto Fotoğraf StockSnap, pixabay

Buraya kadar dilim döndüğünce, bu meselenin basit bir içerik kalitesi meselesi olmadığını, sosyal medya platformlarının gerçek kullanıcılarını edilgen bir konumda bıraktığını, amaçlarının daha fazla reklam gösterek daha fazla gelir elde etmek olduğunu, ve bunun doğal olacağını, ancak tüm bunlara rağmen, içeriklerin algoritmalar ile kontrolünün sadece ekonomik değil aynı zamanda politik sonuçları da olabileceğini, şirketlere bu gücün verilmemesi gerektiğini, aksi durumlarda haber alma özgürlüğünün keyfi olarak kısıtlanabileceğini, gerçek kullanıcıların düşüncelerini ifade etme ve düşüncelere sınırsız erişim hakkının dolaylı bir müdahale ile kısıtlandığını anlatmaya çalıştım.

Bu sorunu çözebilmek hiç kolay olmasa da, bazı önerilerimi yazmayı uygun görüyorum. Öncelikle; bu sorunun ciddi bir sorun olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Benim iddia ettiğim hukuksal boyut, hukukçular tarafından detaylıca incelenmeli, ve olası regülasyonlar gündeme getirilmeli. Kamuoyu oluşturularak sosyal medya platformları kullanıcılarına kronolojik bir akış ve takipçi sistemine dayalı içerik gösterme hakkı tanımaaya zorlanmalı. Eğer bunlar sonucunda herhangi bir netice alınamıyorsa biz kullanıcılara bu hakları verecek sosyal medya platformları oluşturulmalı ve desteklenmeli.

Önerilerimin gerçekleşeceğine dair inancım zayıf. Yine de bu yazıyı yazarak, içerisinde bulunduğumuz bu acı durumun tarifini yapmak zorundaydım. Biz, kendi özgürlüğümüzden vazgeçmiş ve zamanımızı reklamlarverenlere hediye etmiş bir nesiliz. Bu çok acı. Yüzyıllar önce bizden daha kısıtlı imkan ve eğitim olanaklarıyla hakkını arayanlara karşı utanç içinde olmamız gerekir.

Yine de, belki bir gün, çok kolay vazgeçtiğimiz iletişim özgürlüğümüzü geri kazanabiliriz.

Bu konu hakkındaki düşüncelerinizi duymak isterim. Bana ulaşmak için İletişim Formu‘nu kullanabilirsiniz.

Kaynaklar